Sosyal Medya

Güncel

İbrahim Kiras: Irkçılığın dini, imanı… Modernizm ve tarihselcilik…

Bugün soyunu sopunu öne çıkaran veya etnik milliyetçilik davası güden herkese peşinen ırkçı diyoruz ama aslında ırkçılık kavramsal anlamı itibarıyla “bir soyun diğer soylardan üstünlüğü” fikrine dayanır. Bu anlamda belki insanlık tarihi kadar eski ve dünyadaki her toplumda görülebilen bir hastalık. Tabii buna hastalık mı demek lazım, yoksa kötülük mü, ayrı bir tartışma konusu…



Bugün soyunu sopunu öne çıkaran veya etnik milliyetçilik davası güden herkese peÅŸinen ırkçı diyoruz ama aslında ırkçılık kavramsal anlamı itibarıyla “bir soyun diÄŸer soylardan üstünlüğü” fikrine dayanır. Bu anlamda belki insanlık tarihi kadar eski ve dünyadaki her toplumda görülebilen bir hastalık. Tabii buna hastalık mı demek lazım, yoksa kötülük mü, ayrı bir tartışma konusu…
 
Her toplumda görülebilir dedim ama bazı toplumlarda ırkçılığa yatkınlığın daha fazla olduğu da vakıa. Mesela bugünkü batı toplumlarında gerek siyahilere gerekse Hintlilere, Hispaniklere veya Semitiklere yönelik ayrımcılık veya nefret dalgasının muadilinin doğu toplumlarında ve hususen İslam ülkelerinde mevcut olduğu söylenemez. Tarihte de aynı tablo var.
 
Bir örnek: Müslümanların Ä°spanya’yı fethedip egemenlik kurduÄŸu tarihten itibaren yedi asır boyunca Yahudiler ve Hıristiyanlar toplum içinde varlıklarını kendi kimliklerini ve kültürlerini koruyarak sürdürebildiler. Buna mukabil Hıristiyanların “yeniden fetih” dedikleri olaydan sonra ülkede ne Müslümanlara ne de Yahudilere hayat hakkı tanındı.
 
***
 
Bir örnek daha: Hıristiyan Araplar yakın zamana kadar bütün Arap dünyasındaki toplam nüfusun yüzde onunu oluÅŸturuyorlardı. Yani Avrupalıların “Arap dini” dedikleri Ä°slam, Arapları bile MüslümanlaÅŸmaya zorlamamıştır.
 
Buna mukabil Çin’in batısından Avrupa’nın doÄŸusuna kadar dünyanın her yerindeki Türkî topluluklar istisnasız Müslümandır ki bu insanlar Ä°slam’ı “Arap dini” olarak görmüş olsaydılar herhalde durum daha farklı olurdu. Ayrıca tam da Arap olmayan toplulukların Ä°slam dairesine girmelerine cizye gelirinde kayıp olacağı gibi gerekçelerle ve çeÅŸitli yöntemler kullanılarak karşı çıkıldığı, bunu zorlaÅŸtırıcı adımlar atıldığı bir dönemde baÅŸlayan “Türklerin MüslümanlaÅŸması” sürecinin zor kullanılarak gerçekleÅŸtiÄŸi iddialarının da temelsizliÄŸi ortada. Ama bir tür yabancı düşmanlığı olarak tanımlayabileceÄŸimiz “Arapçılık” cereyanının varlığı da ortada olduÄŸuna göre bu sürecin aslında Arapçılık sapmasına raÄŸmen gerçekleÅŸtiÄŸini söylemek yanlış olmaz.
 
***
 
Emevi yönetici elitin siyasi ve ekonomik bir enstrüman olarak kullandığı görülen bu “Arapçılık” görüşünün aslında cahiliye devrine uzanan sosyo-kültürel kökleri var. Ancak Arap toplumlarında ırkçılık veya yabancı düşmanlığı gibi konularda Ä°slam öncesi vaziyetle Ä°slam sonrasındaki vaziyetin aynı olmadığı biliniyor. Asalete her zaman aşırı önem atfeden Araplar cahiliye devrinde iÅŸi iyice abartmışlardı. Ä°slam tebliÄŸinin baÅŸlıca toplumsal amaçlarından biri o dönemin Arap toplumundaki (ekonomik sömürü ile kadın-erkek eÅŸitsizliÄŸiyle birlikte…) ırkçılık ve yabancı düşmanlığını ortadan kaldırmaktı. Peygamberimizin devr-i saadetlerinde teÅŸkil edilmeye çalışılan toplum yapısının bütün insanlık için örnek oluÅŸu bu bakımdan önemli ve anlamlı. 
 
Ne var ki sonraki devirde asr-ı saadette bir ufuk olarak gösterilmiÅŸ olan hedef çizgisinin çok gerisine düşüldü. Toplumdaki soy-sop çekiÅŸmeleri, devlet yönetiminde nepotizmle de karışarak yeniden ciddi bir sosyal probleme dönüştü. KureyÅŸ içindeki klan çekiÅŸmeleri Emevi ve Abbasi hanedanlarının kavgasına dönüşürken sonraki asırlarda Müslümanlığı kabul eden diÄŸer milletlere mensup kiÅŸilerin sosyal, ekonomik ve siyasi hayatta önlerine çıkarılan engel “Arapların üstünlüğü” safsatası olacaktı. Daha önce Mekkeli olmayan Müslüman Arapları siyasi rekabette devre dışı bırakmak için ileriye sürülen “Halife KureyÅŸ’ten olmalı” kuralına benzer yeni kurallar ÅŸimdi Arap-Mevali eÅŸitsizliÄŸini korumaya hizmet ediyordu.
 
***
 
Fukahanın bu asırlarda üzerinde en fazla durdukları problemlerin başında nesep eÅŸitliÄŸi (veya eÅŸitsizliÄŸi) konusu geliyordu. Özellikle evliliklerin geçerli sayılması için kadınla erkeÄŸin soylarının birbirine denk olması gerektiÄŸi fikri çok yaygın bir ÅŸekilde kabul görüyordu. Sadece halk arasında deÄŸil, anlı ÅŸanlı alimlerimiz arasında da… Fıkıh alimlerinin ciddi bir kısmı Arap soyundan biriyle Türk veya Ä°ranlı gibi “mevali” (köle) adı verilen milletlere mensup bir kiÅŸinin evliliÄŸini geçerli saymıyordu.
 
Ä°slam alimleri arasındaki bu nesep tartışmasına dair en deÄŸerli malumat ve açıklama Prof. Mehmet S. HatiboÄŸlu’nun “Fakihlerimizin Irk Anlayışı Ãœzerine” makalesinde bulunabilir. (Ä°slami AraÅŸtırmalar, Cilt: 2, Sayı: 8, 1988, sh. 5-16) HatiboÄŸlu Hoca’nın aktardığı tartışmalardan anladığımıza göre, dinî meÅŸruiyet bulmak için uydurma hadislere dayandırılmaya çalışılan Arap ırkçılığı zamanla dinin esası gibi algılanır oluyor. Nitekim bu türden fikirleri savunanların tamamının Arap soyundan olmadığını görüyorsunuz. Mesela kendisi de bir “Mevali” olan -Türk kökenli- Hanefî fakihlerinden Serahsî üstünlüğün soyda deÄŸil takvada olduÄŸuna iliÅŸkin peygamber sözünü bile tevil ederek “üstünlüğün takva ile ölçülmesi”nin dünyada deÄŸil, ahirette olacağını söyleyerek Arap soyunun üstünlüğünü savunabiliyor.
 
Oysa bir topluluÄŸun diÄŸer topluluklar üzerindeki üstünlüğünü saÄŸlamaya yönelik tavırlar aslında ekonomik veya siyasi avantaj elde etme vasıtaları. Asr-ı Saadet ve dört râşit halife dönemlerinden sonraki Emevi saltanatı devrinde Müslüman Arap toplumunda ortaya çıkan bu sapmanın Ä°slam inancıyla baÄŸdaÅŸtırılma çabaları buna hizmet ediyor…
 
Emevi icadı “Arapçılık” bilahare Ä°slam medeniyetinin taşıyıcı kolonlarını Türk ve Ä°ran milletleri teÅŸkil eder hale gelince kendiliÄŸinden ortadan kalktı ama kültürel kalıntıları veya toplumsal tortuları kaldı geride... En çok da dinî alanda…
 
***
 
Aslında yalnızca ırkçılık deÄŸil, toplumsal zihniyetin baÅŸka alanlarındaki sapmalar da dinî dayanaklar bulunarak meÅŸrulaÅŸtırılıyor. Mesela, kadın-erkek eÅŸitsizliÄŸi… Demek ki burada asıl risk, belirli bir dönemde -meÅŸruiyet kazandırmak için- din örtüsüne sarılmış sarmalanmış birtakım toplumsal alışkanlıkların veya siyasi tercihlerin bugün hâlâ dinin parçası olarak görülebilmesi. Dolayısıyla bugün mesele “dine ait olan” ile “topluma ve tarihe ait olan”ın nasıl ayırt edilebileceÄŸinde düğümleniyor. Buna karşı iki çeÅŸit çözüm önerisi var:
 
İlki, ayrımcılığın, ırkçılığın, eşitsizliğin ve benzeri kötülüklerin meşrulaştırılması yolunda araç haline getirilen değerlerin sonradan üzerlerine yüklenen bu bagajdan kurtarılıp asli halleriyle muhafazasını sağlamak.
 
İkincisi, farklı dönemlerde ve farklı toplumlarda din adına gösterilen tavırların da aslında o dinin mensuplarının kendi yaşadıkları tarihteki kültürel yapının, zihniyetin veya toplumsal şartların etkisi altında dini yorumlayışlarından kaynaklandığını anlamak ve bugün ona göre tutum göstermek.
 
Ä°lkine modernist, ikincisine tarihselci diyebileceÄŸimiz bu iki çözüm yolundan hangisi daha doÄŸru veya iÅŸe yarar diye düşünüp tartışmak gerekiyor artık…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.